Ana Sayfa Köşe Yazarları 26.01.2020 2661 Görüntüleme

DEPREM  GERÇEĞİ

 

Öncelikle 24 Ocak’ta Elazığ’ın merkezinden 34 km. uzaklıkta Sivrice merkezli ve Richter ölçeğine göre 6.8 şiddetindeki depremde an itibariyle 35 vatandaşımız vefat etmiş olup , ölenlere Allahtan rahmet , yaralılara acil şifalar dilerim.

Ne yazık ki deprem ülkemizin gerçeği ve kaçınılmazı olmakla birlikte bu konuda sorumlu olanların sorumluluklarını ne kadar yerine getirdiği tartışmaya açık bir konudur. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından 21 sene geçmiş olmasına rağmen depreme hazırlıklı mıyız? O günleri yaşayan bizlerin deprem konusunda konutlarımızı , kamu binalarını muhtemel depreme karşı hazır hale getirmek, vatandaşlarımızı deprem konusunda eğitimli hale getirmek için ve sorumluluklarımızla yüzleşmek için illa da başımıza bir felaket mi gelmesi gerekiyor ?

Bu kapsamda başarılı çalışmaları da göz ardı etmemekle beraber , konunun ciddiyeti göz önüne alındığında İstanbul’un öncelikleri arasında en başta binalarımızın depreme hazır hale getirilmesi ,  vatandaşlarımızın da konu ile ilgili seminer, tatbikat gibi çalışmalarla depreme hazır ve bilgili hale getirilmesi gerekmektedir.

İstanbul’da meydana gelebilecek bir depremin yıkıcı etkisini en aza indirgemek amacıyla İstanbul Proje Koordinasyon Birimi İPKB, İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi altında 2006 yılından itibaren faaliyet göstermeye başlamış; ayrıca İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi(İSMEP) ile afet öncesi ve afet sonrası gerekli hazırlık , zarar azaltma , müdahale ve iyileştirmeye yönelik çalıştırmalar kapsamında İSMEP ile depreme hazırlanan bina sayısı 1135’i okul , 115’i sağlık binası , 38’i yurt binası 77’si diğer kurumlara ait idari binalar olmakla beraber bunun 21 senede yeterli bir çalışma olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur.

O günkü acılarımız hala tazedir; pek çoğumuzun zihninde 17 Ağustos 1999’da ki depremin yaratmış olduğu sosyal ve psikolojik tahribat devam etmekte; yakınlarını, komşularını, dost ve arkadaşlarını kaybedenleri hala belleğimizden atamamaktayız.

17 Ağustos depreminde oğlunu, eşini ve 5 yaşındaki kızını kaybeden memur arkadaşımız enkazdan sağ olarak kurtarılmıştı. Hastanede ameliyatlı olduğu için oğlunun, eşinin ve 5 yaşındaki kızının cenaze törenine katılamayan arkadaşımızın yakınlarına son görevimizi yapmak amacıyla cenaze töreninde bulunmuş; ölümün soğuk yüzünün en acımasız şekilde kendini gösterdiği o gün de yüzü kaskatı kesilmiş donuk ifadelere, ölenlerin yakınları olduğunu tahmin ettiğim kişilerin sağı solu yırtan feryatlarına tanık olmuştuk. Cenazeden yaklaşık 3 ay sonra memur arkadaşımla mesai arasında bir araya gelip te o içindeki yaranın hala tedavi edilemediğini, o yanardağ gibi fışkıran alev topunun ve lavların korunun ciğerini hala kavurmakta olduğunu gördüğümdeki ızdırap ve hicap beni de onun acısına ortak etmiş, karşılıklı hüngür hüngür ağlamıştık.

Kendi ağzından o gün yaşadıklarını tekrar anlatmaya başlayınca suratının aldığı o korku ve panik ifadesi depremin hazırlıksız yakalanıldığında insanı ne hale soktuğunun en iyi göstergesiydi. “Kızım o zaman 5 yaşındaydı. Ezan sesiyle zamanı tayin etmeye çalışıyordum. Enkaz altında kızımın ağzı ayak bileğime denk gelmişti. Öleceğimi, kendimden geçeceğimi düşünüyordum. Kızıma “ sesim çıkmazsa bileğimi ısır” dedim. Isırığın acısıyla dışarda bizi kurtarmaya çalışanlara kurtarma ekibine ses verip en azından kızımı kurtarmayı düşünüyordum; çünkü enkazda uzun süre kaldığımdan gücüm, kuvvetim ve ses çıkarabilecek mecalim bile kalmamıştı. Daha sonra kurtarma ekiplerinin dozerlerle üzerlerindeki molozları kaldırmaya başladığını ve bu sırada bacağına inşaat demirlerinin saplandığını, kızının ise maalesef sağ iken dozerin kepçesinin başını koparması nedeniyle vefat ettiğini, bunu öğrendiğinde ise günlerce “Beni de öldürünnnnnnn” diyerek isyanını dile getirdiğinde uzun süre kendime gelemediğimi  hala dün gibi hatırlıyorum. “ O vakit beni de öldü zannettikleri için bahçede ölülerin arasına attılar. Uzun süre orada depremde hayatını kaybedenlerle kaldım. Üzerimde 2-3 ceset daha vardı; ama ben kendimde değildim. Bir vakit sonra cenazeler ceset torbasına konulmaya başlandığında görevlilerden biri demir saplanan bacağıma dokununca hafif bir ses çıkarmışım da diri diri gömülmekten kurtulmuşum. Eşimi ve çocuklarımı hala rüyalarımda görmekteyim. “Kurtar beni anne” , “ Anne yardım et n’olur” cinsinden yakarmalara hiçbir şey yapamadıkça her gün ben de ölmek istiyorum” dediğinde nutkum tutulmuş, bu psikolojideki bir arkadaşıma yardım edememenin üzüntüsünü derinden hissetmiştim.

Hayat bizim hayatımız, can bizim canımız, yitip giden canlar da bizim canlarımız, evlatlarımız. Böylesine tarifi mümkün olmayan acıları yaşamamak için “DEPREM GERÇEĞİ” ni kabullenip, hem devlet, hem sivil toplum kuruluşları ve hem de bizlere ağır sorumluluklar düşmekte olduğunu bilelim, en azından asırlardır deprem gerçeğini kabul edip ona göre hazırlıklarını yapan ve bilinçli bir toplum örgütlenmesi gösteren Japonya gibi ülkeleri rol model olarak belirleyip, eksik taraflarımızı tamamlamalı ve ev ödevimizi kusursuz yapıp depremin yıkıcı etkisini en aza indirmeye başarabiliriz diye düşünüyor deyip;

Herkese iyi hafta sonları diliyorum.

 

 

 

İlginizi çekebilir

Şifalı Orman Bitkileri – 2

Şifalı Orman Bitkileri – 2

Kavacık Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. Tonoğlu Plaza No: 3/4 - +90 532 387 73 79 - BEYKOZ - İSTANBUL

Tema Tasarım | AnatoliaWeb